Son yıllarda dünya genelinde yükselen nükleer tehditler, özellikle Güney Asya bölgesinde yeni bir gerilim kaynağı haline gelmiş durumda. Hindistan ve Pakistan arasındaki tarihsel sürtüşme, her iki ülkenin de nükleer silahlara sahip olmasıyla daha da derinleşiyor. Hindistan, artan nükleer kapasitesiyle, hem bölgedeki hem de dünyadaki güç dengelerini sarsma potansiyeline sahip. İki nükleer güç arasındaki bu gerilim, uluslararası toplumda çeşitli endişeleri beraberinde getiriyor. Olası bir çatışmanın sonuçları, sadece iki ülkeyi değil, tüm dünyayı etkileyecek boyutta korkutucu olabilir.
Hindistan, 1974 yılındaki "Smiling Buddha" testiyle nükleer silah geliştirme programına adım atan ilk ülke oldu. O zamandan beri, Hindistan’ın nükleer kapasitesini artırmak ve modernize etmek için önemli yatırımlar gerçekleştirdiği gözlemleniyor. Ülkenin nükleer doktrini, "no first use" yani "ilk saldırı yok" prensibi üzerine kurulu, ancak bu durum, artan jeopolitik gerilimle birlikte sorgulanır hale geliyor. Uzmanlar, Hindistan’ın çevresindeki tehdit algısının artmasının, ülkenin nükleer saldırı doktrinini gözden geçirebileceğini önermektedir.
Özellikle Çin'in nükleer gücünü artırması ve Pakistan ile olan çatışmalar, Hindistan'ı daha agresif bir nükleer strateji izlemeye teşvik ediyor. Stratejik Araştırmalar Merkezi'nde görevli bir analist, "Hindistan, herhangi bir dış tehdit karşısında kendini korumak amacıyla nükleer güçlerini artırma yoluna gitti. Bu durum, bölgede savaş riski oluşturuyor" diyor. Hindistan, uluslararası arenada benzer bir strateji izleyen diğer ülkelerle işbirliği yapmayı da sürdürüyor. ABD ile olan ilişkileri, karşılıklı güvenlik anlaşmaları ve savunma işbirlikleri ile güçleniyor.
Hindistan ile Pakistan arasındaki gerginlik, tarihsel olarak kaynaklanan karmaşık bir dizi faktöre dayanıyor. Her iki ülke de Keşmir bölgesindeki hak iddialarıyla uzun yıllardır zorlu bir mücadele sürdürüyor. Taraflar arasındaki askeri çatışmalar, her iki ülkenin nükleer silahları devreye sokma ihtimalini artırmıştır. Son zamanlarda yapılan askeri tatbikatlar ve sınır ötesi operasyonlar, bu gerilimi daha da tırmandırdı. Uzmanlar, "Hindistan'ın her an saldırması durumunda, Pakistan'ın buna karşılık vermemesi mümkün değil. Bu, nükleer bir çatışmaya yol açabilir" uyarısında bulunuyor.
Nükleer çatışma olasılığı, özellikle de tarafların askeri kapasitelerini sürekli olarak artırmalarıyla daha gerçekçi bir senaryo haline geliyor. Pakistan, Hindistan'ın artan nükleer kapasitesine yanıt olarak kendi nükleer güçlerini modernize etmeye devam ediyor. Bu nedenle, gerilimin tırmanması sonucunda bir nükleer savaşa dönüşebilecek olaylar zinciri, her an gerçekleşebilir. Uluslararası toplumun bu duruma müdahale etmesi, barışçı bir çözüm bulmak için kritik önem taşıyor.
Hindistan ve Pakistan arasındaki bu nükleer gerilim, sadece iki ülke için değil, tüm dünya için tehdit oluşturuyor. Başta Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer uluslararası organizasyonlar, tarafları diyalog yoluna yönlendirmek amacıyla çeşitli girişimlerde bulunmayı sürdürse de, her iki ülkenin de radikal tutumları, siyasi çözümleri zorlaştırıyor. Ayrıca, bu gerilimin sosyal ve ekonomik etkileri de göz önünde bulundurulduğunda, iki ülkenin halkları da bu durumdan olumsuz etkileniyor.
Sonuç olarak, Hindistan'ın nükleer kapasitesinin artışı, bölgedeki gerilimi tırmandırmakta ve olası bir çatışma senaryosunu daha gerçekçi hale getirmektedir. Nükleer güçlerin varlığı, yalnızca askeri bir tehdit değil, aynı zamanda uluslararası güvenlik açısından önemli bir endişe kaynağıdır. Her iki ülkenin de daha sakin ve yapıcı politikalar izlemesi, sadece kendi halkları için değil, tüm dünya için hayati bir gereklilik haline gelmiştir.